20 Aralık 2011 Salı

Vaclav Havel 75 yaşında hayatını kaybetti

    

   1989 sonrası dönemde Çekoslovakya'da(daha sonra Çek Cumhuriyeti'nde) Cumhurbaşkanlığı da yapan Vaclav Havel'in dün uykusunda yaşama gözlerini yumduğu açıklandı. Bir süredir akciğer kanseri olduğu bilinen  Havel oyun yazarı, şair, siyasetçi kimlikleriyle çok yönlü bir entellektüeldi.Buruk Ezgi (Largo Desolato)BildirimGörüşme Kutlama Çağrı,Şeytan Çelmesi gibi Türkçe'ye de aktarılmış oyunlarıyla Avrupa'nın son dönem en önemli oyun yazarlarındandı.

   Onu bu aralar Ekip Tiyatrosu'nun oynadığı Largo Desolato'dan hatırlıyoruz. Bir çok defa Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilen Vaclav Havel, 2010 yılında Franz Kafka Ödülü'ne değer görülmüştü. Yazarın tabutunun çarşamba günü Prag Kalesi'ne götürüleceği, resmi cenaze töreninin ise cuma günü yapılacağı duyuruldu. Şu an yazar için açılan veda defterine yazı yazmak için uzun kuyrukların oluştuğu söyleniyor. 
    

8 Aralık 2011 Perşembe

'2011 Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü' Onur Bilge'nin oldu!

Makine uzun zamandır paslanmaya yüz tutmuştu. Ve şimdi güzel bir haberle geri dönüyor. 

     2005 yılından bu yana düzenlenen Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü'nün 2011 yılı sahibi açıklandı.  Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü mezunu  Onur Bilge, George Büchner'in Woyzeck oyunundaki performansıyla bu ödülün sahibi oldu. 
     
      Ödülü dağıtan jüri Sevda Şener, Ayşegül Yüksel, Lemi Bilgin, Akif Yeşilkaya, Ayfer Kanpolat ve Yücel Kanpolat gibi değerli isimlerden oluşuyor. Ödülün diğer anlamı ise genç yaşta hayatını yitiren oyuncu Arda Kanpolat'ın anısına verilmesi. Arda Kanpolat 2004 yılında bir film çekimi esnasında asansör boşluğunda ölü bulunmuştu. Ailesinin girişimleri ve önemli tiyatrocuların desteği ile onun adını taşıyan bu ödül her yıl bir genç sanatçıya veriliyor. 
      Ödül verilirken yanında da şöyle bir misyonu taşıyor:  Doğru tanımlanan bir sanat kültürü oluşturmak için genç sanatçılara destek vermek. Bu nokta sanırım fazlasıyla önemli. Çünkü kültür hegemonyası bazı değerleri görünmez kılmaya başladı. Star yaratma zihniyeti tiyatronun kollektif yanını törpülüyor. Onur Bilge de aldığı ödülü bu anlamda değerli bulduğunu söylüyor. Birlikte iş yapmaktan keyif aldıklarını, çalışma sürecini aynı zamanda ilerde hatırlanacak anılar olarak gördüklerini, sıcak bir ekip çalışmasıyla hareket ettiklerini hatırlatıyor. Gelen başarı bunun bir taçlandırılması olsa gerek.

     Bir çok oyunda beraber sahneye çıktığım çok şey paylaştığım dostumu tekrar kutluyorum. Ödülünü yarın Ankara Akün Sahnesi'nde 20:00'da Barış oyunundan önce düzenlenecek bir törenle alacak.



21 Eylül 2011 Çarşamba

Bursa Güzel Sanatlar Mezunları Derneği Pantomim Atölyesi!

Bursa'da yepyeni bir oluşum kuruluyor! Bursa Güzel Sanatlar Mezunları Derneği.

Yakında  bu oluşum ile ilgili ayrıntılı bilgiler içeren bir röportajla karşınızda olacağım. 
Ama şimdilik onların ilk etkinliğini duyurmak istiyorum:  Pantomim Atölyesi.  4 ve 6 Ekim’de 15 kişilik bir kontenjanla Eftal Gülbudak tarafından düzenlenecek atölye çalışmasına katılım ücretsiz ama önceliğin Bursa’nın kendi tiyatro mezunlarına ait olduğunu da belirtmek gerek. Kişisel gelişimlerini oluşumun temel unsurları arasına koyan bir ekip var karşımızda onun  için bu öncelik durumu çok da yadırganacak bir tutum değil. Atölyenin daha verimli olmasını sağlamak için katılımcıların sahne sanatlarıyla profesyonel olarak ilgileniyor veya sahne sanatları eğitimi alıyor olması gerekliliği var. Ayrıca katılımda devam zorunluluğunun önemini de belirtiyorlar.
Atölye Nilüfer Belediyesi, Altınşehir Gençlik Merkezi, Dans Salonu’nda 4 Ekim’de 09:00, 6 Ekim’de ise 17:00’da başlayacak. İrtibat Telefonu : K. Burhan ŞAHİN ( 0507 915 54 59 ), Sıdıka Derya Gümral ( 0555 552 74 40)
Kontenjan daralmakta o nedenle katılmak isteyenlerin ellerini çabuk tutmalarında fayda var.

18 Eylül 2011 Pazar

EKİP TİYATROSU’NDAN CEM USLU İLE RÖPORTAJ


Daha 14-15’li yaşlarımda ilk ufak tefek sahne deneyimlerimde omuz omuza olduğum bir adam var şu an karşımda! Tiyatroyu, müziği, edebiyatı bir tutkuyla sevmeye başladığımızda ilk birbirimizle paylaşmıştık ateşli ve acemi fikirlerimizi. Sonra başka şehirlerde tiyatro okuduk. Ama birbirimizi hiç izleme fırsatı bulamadık. Dar zamanlarda yaptığımız görüşmelerde de konuşulacak şeyler hep öylesine birikmiş oluyordu ki her şeyin söylenmesi mümkün olmuyordu.  Şimdi Cem Uslu, İstanbul’da yeni bir grup olan EKİP Tiyatrosu’nda mesleğini sürdürüyor. Ve ben de EKİP’i tanıyıp tanıtmak, İstanbul’un dikenli sanat yollarına düşen bu cesur insanları dinlemek için bu röportajı yapıyorum. Buyurun…   


  • Öncelikle (hep böyle başlanır ya) EKİP Tiyatrosu ne zaman kuruldu? Bu yola çıkış süreci nasıl oldu oradan başlayalım. Ve EKİP kimlerden oluşuyor?

Cem Uslu : EKİP, Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde doğdu. Fakat kuruluş aşamasında da sonrasında da yalnızca bu üniversiteden insanların katılımıyla var olmuş bir grup değil. EKİP’te şu an 16 kişi var. İlk oyunumuz olan Oyun Sonu’nun prömiyerinde bu sayı yalnızca 5’ti. O sırada bu 5 kişiden benim de dâhil olduğum 3’ü, konservatuvarın 3. sınıfında öğrenciydi. Oyun Sonu başlangıçta sadece bir okul projesi olarak çalışılıp sahnelendi fakat süreç içerisinde tahminimizin üzerinde beğeni gördü. Birkaç kez okulda oynadık, bir kez şehir dışına turne gerçekleştirdik, bir kez de İstanbul Büyükşehir Belediyesi 8. Amatör Tiyatro Festivali’nde sahneye çıktık, hatta buradan ödül de aldık. Derken yeni sezon başladı ve bu esnada değerli hocamız Hasan Şahintürk (onun adını anmadan geçmek büyük hayırsızlık olur), oyunu profesyonel platformda oynamamız için bizi teşvik etti. Böylelikle, 30 Aralık 2010 akşamı, Beyoğlu Kumbaracı50 sahnesinde ilk profesyonel deneyimimizi yaşadık. EKİP de böylelikle doğmuş oldu.


  • 30 Aralık 2010’da başlayan bir serüven ve İstanbul’da… İstanbul bir kaynayan kazan malum ve özel tiyatrolar için hem sahne hem seyirci bulmak sıkıntılı bir sürece dönüşebiliyor. Nasıl bir planla hareket edeceksiniz kısa vadede ve uzun vadede? Gelecekten beklentileriniz neler?

C.U. : Şimdilik gelecekten en büyük beklentimiz, günün birinde EKİP’in kendine yeten, beğeni ve saygı gören bir tiyatro olması.

Yakın zamanda İstanbul’da, özellikle de Beyoğlu İstiklal Caddesi civarında pek çok irili ufaklı tiyatro salonu açılmaya başladı. Bunlar genellikle 50–70 koltuk kapasiteli, sınırlı imkânlara sahip salonlar. Fakat büyük yürekler tarafından işletiliyorlar. Burada örnek alınması gereken bir azim ve yardımseverlik söz konusu. Biz de Oyun Sonu’nu böyle mekânlarda oynadık. Açıkçası, başlangıçta uzun vadeli bir planımız yoktu. Amacımız her şeyden önce sahneye bir adım atabilmekti. Şimdi ise daha uzun vadeli planlarımız var. Ekim ayından itibaren yeni oyunumuzu oynamaya başlıyoruz: Václav Havel’in yazmış olduğu Largo Desolato. Bu oyunu da tıpkı Oyun Sonu’nda olduğu gibi öncelikle okulda çalışıp sahneledik. Aslında oyun bizim mezuniyet projemizdi ve prömiyeri 14 Nisan 2011 tarihinde, okulda yapıldı. Bu sezon ise her hafta Taksim’de, Talimhane Tiyatrosu’nda olacağız. Yine 2011 yılı sona ermeden, EKİP çalışmasından yararlanarak şu anda benim yazmakta olduğum yeni oyunumuzun prömiyerini gerçekleştirmek istiyoruz. Bunların dışında da bazı projelerimiz var fakat bunları dillendirmek için galiba henüz erken.

  • Türkiye’de ödeneksiz tiyatro yapmanın zorluklarını doğrudan yaşayan ve sırtını popüler televizyon simalarına dayamadan üretim yapmaya çalışan bir ekipsiniz. Geleceğinizle ilgili kaygılarınız ya da hayalleriniz var mı?

C.U. : Kaygılar bitmez; hayaller de bitmesin zaten. (Gülüyor)

“Sırtımızı popüler televizyon simalarına dayamak” meselesine gelince… Aslında, her ne kadar bu konuda belli bir politikamız olmasa da aramızda televizyonda işler yapan, dizilerde, reklamlarda oynayan arkadaşlarımız var. Bunların içinde ünlü isimler de var hatta. Fakat bu konuda konuşurken daha anlayışlı davranmak gerektiğini düşünüyorum ben. Bugün insanlar tiyatro yapmak istiyor fakat bu alanda hayatlarını kazanamıyorlarsa başka işler yapmaya mecburlar. Burada araştırılması ve eleştirilmesi gereken şey, insanların yapmaktan keyif aldıkları işten hayatlarını kazanamamalarının sebepleri bence. Yoksa tiyatro yapabilmek için ha dizide oynamışsın ha bir mağazada tezgâhtarlık yapmışsın… Hatta dizilerde en azından kendi mesleğini icra ediyorsun yine. Önemli olan, kendine ve öteki insanlara karşı dürüst olmak, neyi neden yaptığını bilmek. Fakat tekrar edeyim: EKİP’in bu konuda belli bir politikası yok; bunlar benim şahsi görüşlerim.


  • Demek istediğim televizyonda iş yapan tiyatro yapmasın ya da tersi gibi bir şey değil! Ama şu dönem özellikle yeni gruplar televizyon simalarını ön plana çıkararak (afişlerde oyunla alakasız fotoğraflarla ünlü simaları ortaya çıkarmak ya da oyuncularını TV projelerindeki yerleriyle anmak gibi) bir tanıtım politikası güdüyorlar. ‘Sırtını popüler televizyon simalarına dayamadan üretim yapma’ ile kastettiğim böyle bir yaklaşımdan uzak durmanızdı. 

C.U. : Oyuncuları TV projelerindeki yerleriyle anmak iyiymiş aslında!... (Gülüyor) Yok tabi şaka bir yana, o kadarını yapıyorsan tiyatro sanatıyla kurduğun ilişkide kafan biraz karışık demektir. EKİP’in meseleye böyle yaklaşması söz konusu olamaz.

  • Hasan Şahintürk’ün adını andın destek ve teşviklerinden dolayı,  EKİP’e başka kimler,  nasıl destek oluyor?

C.U. : EKİP’e en çok EKİP destek oluyor. (Gülüyor) Elbette ilk günden bu yana desteğini gördüğümüz kişi ve kurumlar var. Bunların en başında, yukarıda da adını andığım Hasan Hoca’mız gelir. Sonra, oyunlarımızı oynadığımız sahneler var: Kumbaracı50, Mekan.ARTI, Oyun Atölyesi ve buralardaki tüm çalışanlar… Ayrıca bu sezon Ekim ayından itibaren sahne alacağımız Talimhane Tiyatrosu ve bu tiyatronun kurucusu Mehmet Ergen. Şimdi isim isim saymayı sürdürürsek mutlaka unuttuklarımız olur. Mesela Oyun Sonu’nu oynamaya karar verdiğimizde Genco Erkal’ı arayıp çevirisini kullanmak için izin istemiştik. Bizi kırmamış, çok da iyi karşılamıştı. Bizim gibi yolun başında olan bir grup için böylesi yaklaşımların değeri ölçülemez.

Fakat ‘maddi’ bir destekse kastın, EKİP’in EKİP’ten başka mali kaynağı yok. Hiçbir kişi ya da kurumdan maddi destek görmüyoruz. Fakat bununla övündüğüm sanılmasın. Elbette kendi yağınla kavruluyor olmanın güzelliği tartışılmaz ama şu da açık ki herhangi bir maddi destek görmeksizin yapabilecekleriniz çok sınırlı ve tiyatro gibi hiç de ucuz olmayan bir sanat dalında hayallerinizi gerçekleştirebilmeniz için iyi-kötü bir finansmana sahip olmanız şart.

  • Yeni sezon projelerinizin gösterim tarihleri belli mi? Ve EKİP ‘i daha yakından nasıl takip edebiliriz?  

C.U. : Largo Desolato’nun ilk oyunu 4 Ekim Salı akşamı, 20.30’da, Talimhane Tiyatrosu’nda. Ekim ayı boyunca her Salı oradayız. Sonraki aylarda da –şimdi gününü bilemiyorum ama- yine Talimhane’de oynamayı sürdüreceğiz. En geç Aralık ayı sonunda da az önce sözünü ettiğim 2. oyunumuzun prömiyerini gerçekleştirmeyi tasarlıyoruz. www.ekiptiyatrosu.com adresinden oyun programımız ve EKİP hakkında her türlü bilgiye ulaşılabilir. Ayrıca facebook ve twitter’da da varız, EKİP buralardan da takip edilebilir.

  • Ülkemizde tiyatro bölümlerinin sayısı oldukça artmış durumda. Dolayısıyla bu bölümlerden mezun olan insan sayısı da artıyor. Bu niceliksel artış İstanbul’daki tiyatrolar arasında bir rekabeti ya da niteliksel bir gelişimi etkiliyor mu sence?

C.U. : “İstanbul’daki tiyatrolar” tanımından, “İstanbul’daki özel tiyatrolar”ı, hatta daha çok, 2000’li yıllarda kurulmuş olan ‘yeni’ grupları kastettiğini sanıyorum. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Evet, özellikle son birkaç senedir, okullu ya da alaylı, genç tiyatrocular büyük ödenekli kurumlarda çalışmak yerine, sayısız cefayı göze alarak, gönüllerindeki tiyatroyu yapabilmek amacıyla kendi gruplarını oluşturuyorlar. EKİP de bunlardan biri zaten. Bu gruplar kendi içlerine de kapalı değiller üstelik. Ortak mekânlarda sahneye çıkıyor, buralarda birbirleriyle tanışıp alışverişte bulunuyorlar. Bu da –rekabeti bilemem ama- söz konusu ‘gelişim’ için uygun koşulları yaratıyor bence. Ha ama bu gelişimin niteliği ne derece yüksek, bunu anlamak için henüz erken. Şu anda kafalar biraz karışık. Genç gruplar arıyorlar, deniyorlar, pek çok şeyi ilk kez yapıp, yaparken öğreniyorlar. Şu anki durumun neler getireceğini –ya da belli mi olur, belki de neler götüreceğini- belki 5–10 yıl sonra daha net görebileceğiz. TimeOut İstanbul dergisinin Şubat sayısında, içlerinde EKİP’in de bulunduğu bu yeni gruplarla yapılan bir röportaj derlemesi yayınlanmıştı. İlgilenenlerin okumasını öneririm.


  • Oyuncunuz Simel Aksünger, XI. Direklerarası Seyirci Ödülleri'nde, Oyun Sonu'ndaki performansıyla "Kerem Yılmazer 'Genç Yetenek' Teşvik Ödülü"nü aldı. İlk oyununuzda böyle bir ödülün gelmiş olması sizi başka yönlerden de gelecekle ilgili umutlandırmış olmalı. Ne dersin?

C.U. : Tabi Simel’e sormak lazım ama ödül almak, o sahneye çıkmak güzel bir şey olsa gerek. (Gülüyor) EKİP adınaysa şunu söyleyebilirim: Okulda öğrenciyken bir oyun çıkarıyorsunuz, 3–4 kez oynasak bizim için büyük başarı diyorsunuz… Fakat sonra gün geliyor, bu oyunu profesyonel platformda sahneleme imkânı buluyor, bir de üstüne ödül alıyorsunuz. Bu çok mutluluk ve cesaret veren bir şey. Kaldı ki Direklerarası Ödülleri’ni çok önemli buluyorum ben. Çünkü mesela bu sene Türkiye’de -hatta sadece Türkiye’de değil, Kuzey Kıbrıs’ta da- 120’nin üzerinde jüri üyesi, 300’ün üzerinde oyun seyretmiş. Bu azımsanacak bir rakam değil sanırım. Ayrıca, İstanbul’dan Diyarbakır’a kadar pek çok ilde veriliyor bu ödüller; bu da önemli. Hem bu ödülün Kerem Yılmazer adına verilmesi de çok anlamlı bence.

  • Yeni projelerinizde de böyle başarıların gelmesini dilerim. EKİP, adından da anladığımız kadarıyla birkaç kişinin sürüklediği değil de, bir dayanışmanın ve işbölümünün hâkim olduğu bir oluşum. Ayrıca kendi oyunlarını yazan, söyleyecek sözü, farklı arayışları olan ve senin de söylediğin gibi bu uğraşının içine öğrenme sürecini de eklemeye çalışan insanların bir birlikteliği. Umarım istediğinizce, aradığınızca, gönlünüzce bir serüven olur.

C.U. : Umarım. Teşekkür ederim.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Tiyatro’da perhiz ve lahana turşusu!

Bol ‘ünlemsoruişareti’li bir yazının başındasınız uyarmadı demeyin!

Düşünün ki bir tiyatro ekibindesiniz. Tüm ekip arkadaşlarınızla birlikte tiyatronun değiştirici,dönüştürücü etkisine inanıyorsunuz. Kafa patlatıyor, dertleniyor, ters giden şeylere kızıyorsunuz. Ve dünyanın ne de bozulduğunu, şiddeti, vahşi kapitalizmi aman da emperyal ülkeleri vs. oyunlarınızda dilinize doluyorsunuz. Yeni dünya düzeni kabınıza sığmıyor. Ayrıca yerel ve evrensel çok iyi harmanlıyorsunuz. Çok da etkileyici yapıyorsunuz tüm bunları. ‘Seyirciler gelin! Kaçırmayın!’lar koyuyorsunuz üstüne altına sağına soluna. Buraya kadar her şey olur, oluyor, neden olmasın?!

Yapılan bir çalışmanın izleyici, seyirci, bir muhatap bulmasını istemek ve bunun için çaba göstermekte de garip olan hiçbir şey yok elbette ki. Yoksa kendin pişir kendin ye işlerle uğraşırdık. Ama ‘zafere giden her yol mübahtır’ mı demeliyiz? Birileri gelsin, nasıl çağırıldıklarının önemi yok! mudur ?!?  

‘Oyunumuzda yer alan bilmem ne dizisinin başrolü ve dahası şu dizinin çok sıtarı ve de bu diziden hafızalara kazınan şu isimlerle bu simalar’ tiyatro ekiplerinin vazgeçilmez tanıtım malzemelerinden biri olmaya başladı. Ama bizim kendimizi lanse etme biçimimiz taşıdığımız söylemden, yaptığımız işlerin içeriğinden bağımsız mı konumlanır?  Şöyle bir sihirli değnek mi bulduk yoksa: ‘siz hele benim kullandığım dile, yönteme bakmayın gelin oyuna, ben size bi anlatıcam bu hikayeyi, siz zaten küt! değişeceksiniz ama hele bi gelin önce!’.

Resmi ideolojinin en net empoze edildiği aygıt hakim medya(yazılı ve görsel). Bir takım ne üdüğü belirsiz program, dizi, magazin vesair yapımlarla belli bir algı ve kültür yani çok kullanılır kelimelerle ‘egemen ideoloji’ dayatılmakta. Hal böyle iken bu aygıtın yarattığı imajların bir reklam unsuruna dönüştürülmesi onu beslemez de ne yapar? Ondan faydalanmak için onu anmak ya da yardıma çağırmak bir çirkin propagandadan öte nedir?
Bu noktada tiyatral içeriğin/söylemin altının dolu olması, oyunun kalitesi, başarısı gibi unsurlar daha başından o kadar öteye savruluyor ki! Oyunu izlemeyi düşünmeden bu oyuna alet olmamak geliyor insanın içinden. ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ diyesi geliyor insanın.

Ekipteki insanlar yaptıkları işlerin kaliteleri, kişilikleri, yetenekleri ile anılmak yerine ‘bilmem ne dizisinde bilmem kimdi’, ‘bilmem neden tanınan’ diye belirtilince kendilerini ne olarak görüyorlar acaba?! Paketlenmiş bir satış malzemesi olmak sanırım tercihleri değildir. Ya da emek verip de adları anılmayanlar birer etkisiz elemana mı dönüşüyor ‘çok tanınmışlıkları’yok diye? Bugün tiyatrodan para kazanılmıyor diyerek televizyon işi yapan çok insan var. Bu durum çok ayrı bir mesele. Ama tutup da kendini alternatif işler yapıyor sayan, politik söylemleriyle ön plana çıkmaya çalışan, karşı duruş içinde, mücadele içinde olduğunu söyleyen tiyatro ekipleri, kendilerini yalanlarcasına satır üstünden satır altına bellek yitimine uğrayarak bir söylem çelişkisi yumağı yaratıyorlarsa burada bir durmak gerekir. Bu iş ‘kahrolsun düzen’ ama ‘yaşasın nimetleri’ demek değil de nedir ?

Eğer istekleri her ne yolla gelirse gelsin bol seyirci, kapalı gişe, ün yapmak, iş yapmaksa bu ‘makyevelist’ unsurlar yadırganmaz. Ama bir de ‘yenidünyadüzeni’ne laf etmek amacıyla yola çıkıp onun en asli unsurlarına sırtınızı dayamaya çalışırsanız vay bu uğraşın ardına düşenlerin haline demekten başka bir şey kalmıyor geriye!

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Kevin Spacey, genç oyuncularla atölye yapacak!

5-9 Ekim tarihleri arasında İstanbul Tiyatro Festivali'nin özel etkinliği, Sam Mednes'ın yönettiği Kevin Spacey'in başrolünü oynadığı 3.Richard oyunu olacak. Oyun 5-6-7-8-9 Ekim tarihleri arasında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde oynanacak. Bu haber zaten bir çok tiyatro severin malumudur. Kevin Spacey'i canlı izleme heyecanı bir süredir tiyatro ortamlarının en hararetli konularından biri. Biletler henüz satışa sunulmadan tükenmiş gözüyle bakılıyor. Ama şu aralar yapılan bir diğer duyuru da en az bu haber kadar heyecan verici : Kevin Spacey'in yapacağı bir oyunculuk atölyesi haberi. 


Kevin Spacey, 9 Ekim Pazar günü 14:00-17:00 saatleri arasında Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde genç profesyonel oyuncularla ve/veya bu alanda eğitim almış ve deneyim sahibi gençlerle (tiyatro ve sinema) bir atölye çalışması yapacakmış. Çalışmaya malesef kendini genç hisseden herkes katılamayacak. Yaş sınırı 18-30 olarak belirlenmiş. Katılımcı sayısı toplam 15 kişi olacak ve Kevin Spacey Vakfı tarafından başvurular üzerinden seçilerek belirlenecek. Atölye çalışmasının adı 'Richard's Rampage(Richard'ın Çılgınlığı)'. Başvurularda öncelikli aranan koşul adayın iyi derecede İngilizce bilmesi. Kevin Spacey atölye esnasında çevirmen kullanmak istemediği için bu koşul önemliymiş. 


Atölyeye katılmak isteyenler CV'lerini(İngilizce hazırlanmış ve resimli olarak)  tiyatro.stajyer@iksv.org adresine gönderebilirler. Başvurular Kevin Spacey Vakfı tarafından değerlendirilecek ve en geç 26 Eylül tarihinde katılımcılar bilgilendirilecek ve kendilerinden 1 dk.lık bir video kayıt istenecekmiş. Kesin sonuçların açıklanacağı tarih ise 30 Eylül. Bu atölyeye katılanlar aynı zamanda 3.Richard oyununu da davetli olarak izleme hakkına kavuşacaklar. 


Ayrıca 15-18 yaş arasında 30 oyuncu adayı ile de 7 Ekim tarihinde başka bir atölye çalışması yapılacağı duyuruldu.
Başvuru tarihleri 29 Ağustos-12 Eylül arasında, kaçırmayın derim.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Sevinç Çetinok Aktansel ALS hastalığına yenik düştü


      Emektar tiyatro sanatçılarımızdan biri daha hayata gözlerini yumdu. Sevinç Çetinok Akta
nsel 3 yıldır ALS hastalığıyla mücadele etmekteydi.

      1937 İstanbul doğumlu olan sanatçı 1962 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’ndan mezun olmuştu. 15 yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’da, 13 yıl Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda,12 yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu ve yönetmen olarak görev yaptı. Mimar Sinan Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Trakya Üniversitesi’nde diksiyon, konuşma, tiyatro ve ikna dersleri verdi. 1996 yılından bu yana çeşitli tv dizilerinde yer almaktaydı. 2002 yılında yaş haddinden dolayı Devlet Tiyatroları’ndan emekliye ayrılmıştı.

      Perşembe günü tedavi gördüğü bakım evinde yaşamını yitirdi. Sanatçı bugün 11:30’da Üsküdar Tekel Sahnesi’nde yapılan anma töreninin ardından Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verilecek. 

19 Ağustos 2011 Cuma

Bir demokrasi olarak ‘tema’, pardon! Bir tema olarak ‘demokrasi’ !

‘Bulutsuzluk Özlemi’nin klasik şarkılarından biridir ‘Acil Demokrasi’. Döneminin satır başlarını tek tek dizelerine taşır. Sonra da Nejat Yavaşoğulları’nın çığlığı duyulur:

Acil Demokrasi!
Acil Demokrasi!
Ve yine ve yine!

Yine yankıyor bu şarkı kulaklarımda.

Şu sıralar bir savaş halini yaşamaktayız. İletişim herkes için bir uzak kıtaya dönüştü.  Savaş ve intikam ve nefret naraları dört yandan çevremizi sarmış durumda. Tahrip gücü yüksek kelimelerle bombalar aynı seviyede uçuşuyor. Tamammülsüzlük aldı başı gidiyor her yanda.

Tüm bu vehametin göbeğinde ülkenin önemli tiyatro kurumları bir araya gelmişler.

Devlet Tiyatroları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği, Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği, Tiyatro ve Opera Çalışanları Vakfı, Kültür Sanat Sendikası, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, PEN Yazarlar Birliği’nin oluşturduğu tiyatro kurumları bu yıldan başlayarak her yıl tiyatrolar için tema belirleme kararı aldığını duyurdu.

 Bu yılın şanslı teması ise ‘demokrasi’ oldu.

Ankara’da Küçük Tiyatro’da yapılan basın toplantısında hazırlanan ortak metin okundu ve sonrasında basın mensuplarının soruları yanıtlandı.

Evet, iki gün önce bu karar duyuruldu. Seçilen temanın yazar, yönetmen, oyuncu klasik geri üçlüsüne destek vereceği ve ayrıca sivil toplum kuruluşlarıyla tiyatro kurumları arasındaki hattı güçlendireceği vurgulandı. Artık tiyatro çağının sözcüsü olma yolunda daha suçlu pardon! güçlü olacakmış !  


Yazımı bolca Yılmaz Özdil dokunaklığıyla kurmaya çalışıyorum fark ettiyseniz!

Araya da ufaktan ne üdüğü belirsiz boşluklar koyuyorum,
sanırım daha etkili oluyor. Biraz da ironi serptim mi?!

Az sonra biraz da ‘demokrasi’çığlığını kanırtacağım. Selametle sona erecek yazı merak etmeyin! Aslında yazının tek amacı şu seçilen tema haberini vermek. Ama bu aralar iş yapan haber modeli gözlemlerim sürüyor. Ve yakından takip ettiğim Yılmaz Özdil üstatıtıtıtıtımın tekniğini satırlarıma naçisane taşıyorum.

Toplumsal bir huzursuzluk içindeyiz. Acilen demokrasiye ihtiyacımız var! Önemli tiyatrocularımız da tiyatral gündem ile toplumsal yaşama bir bağ atabilmek için bu temayı belirlediklerini dillendiriyorlar. Acil demokrasi gündemi! Gündemi kaçırmam diyenlere duyurulur!

16 Ağustos 2011 Salı

Devlet Tiyatroları'na Prag'dan ödül!

Devlet Tiyatroları, Prag Quadrenal'i kapsamında düzenlenen sergide "Prag Quadrenali 2011 Çocuk Ziyaretçiler" ödülünü kazandı. Devlet Tiyatroları Sanat Teknik Müdürü Dekoratör Hakan Dündar yönetiminde dijital ortamda hazırlanan 2010-2011 sezonu oyunları gösterimi ve Ex-Press (Theatre Orient Express)" oyununun hazırlanan dekorundan oluşan sergi festival komitesi tarafından ödüllendirildi. Ziyaretçilerden en çok oyu alarak kazanılan ödülü Hakan Dündar törenle aldı. Bu yıl 12.si düzenlenen Prag Quadrenal 'Sahne Tasarımcıları Buluşması'na Türkiye'den de yüzlerce öğrenci, akademisyen ve tasarımcı katıldı.

Bu haber kısa bir süre için haber portallerinde dolaşacak, bazı televizyon programlarında birkaç saniye anılacak ve unutulacak. Festivalin kapsamı ya da önemi üzerinde durmak yerine ödülün büyüsüyle ilgilenip geçeceğiz. Oysa dünyanın sayılı ve tasarımın can damarlarından biri bu festival ve daha pek çok ödülü var.

Prag Quadrenali  kostüm, dekor, ışık, ses efekt alanlarında yeniliklerin takip edildiği ve araştırmaların sunulduğu ,çeşitli ödüllerle bu yeniliklerin taçlandırıldığı bir büyük oluşum. Tarihçesi kısaca şöyle ; 1959 yılında Sao Paolo'da düzenlenmekte olan sanat bienali esnasında, František Tröster tarafından hazırlanan ve 1914-1959 yılları arasında Çek ve Slovak sahne tasarımı ve mimarisindeki gelişmeleri gösteren bir sunum fazlasıyla dikkat çekmişti. Bu sunum sonunda (eski adıyla) Çekoslovakya ödülü kazanmıştı. Bu başarı 3 bienal boyunca daha devam edince Çek Cumhuriyeti’ne Avrupa’da bir organizasyon düzenlemeleri teklif edildi. Bu teklifin üzerinden bugün 45 sene geçmiş durumda ve 1967 yılından bu yana her dört yılda bir Prag Quadrenali düzenlenmeye devam ediyor.

Festivalin jürisinde Afrika, Avusturalya, Şili , İsrail, Amerika , Çek Cumhuriyeti ve Letonya gibi dünyanın çok farklı yerlerinden önemli sahne tasarımcıları bulunuyor. Bu sene festivalin en prestijli ödülü olan ‘Golden Triga’ ödülünü Brezilya’nın kazandığı açıklandı. Bu ödülü 2007’de Rusya kazanmıştı.  En iyi sahne tasarımı ödülü ise Hırvatistan’a verildi. Ödül bir çalışmaya değil çeşitli çalışmalardaki yenilikçi bakışlar nedeniyle bu ülkeye verildi. En iyi kostüm tasarımı Yeni Zelanda’dan Emma Ransley’e (inhabiting dress) , en iyi realizasyon ödülü Brezilyalı ekip Teatro da Vertigen’in BR-3 Projesine, en iyi tiyatro mimarisi ve sahne yapımı Meksika ve Yunanistan’da yapılan iki farklı yapıya,  en iyi öğrenci sunumu ödülü Letonya’ya , gelecek vaat eden öğrenciler ödülü Norveç’e, kusursuz ses efekti özel ödülü ise Britanya’ya verildi.  
 
Kazandığımız ödülü küçümsemek gibi bir niyetim yok. Ama festivali sadece bundan ibaretmiş gibi gösteren haberler de sadece işin kaymağını toplamaya çalışan basit habercilik kokuyor. Daha yakından takip ve daha sıcak bilgi için Prag Quadrenali’nin resmi sitesini takip edin derim : http://www.pq.cz/en/

  

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Tiyatro Popülizme Emanet


     Tam da üniversitelerin yetenek sınavlarını yapıp ‘tiyatrocu’ adaylarını değerlendirdiği bir dönemde gözüme çarpan bir konuya değinmek istiyorum. Türk Tiyatrosu’nun batıya ayak uyduramadığı, batı doğuya giden yolu arşınlamış, dönerken bizim zaten doğuda ve doğudan  olduğumuzu unuttuğumuz ve hala iz sürdüğümüz sıkça konuşulan mevzulardır. Türk Tiyatrosu’nun kendine has özünü bulması gerektiği konuşuldukça konuşulur. Peki televizyon kültürü ve yarattığı imajlar Türk Tiyatrosu’na hiç mi köstek olmuyor bunu inceleyelim.  

Bir dönem başlayan yetenek yarışmaları malumunuzdur ki oyunculuğa da bulaşmış ve televizyonda oynanan skeçlerle bir star yaratma dönemi başlamıştı. Daha sonra bu dönemi tv üzerinden ilerleyen bazı tiyatral gösteriler izledi. ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’ın başını çektiği bir dizi program, tv seven kitleler vasıtasıyla -bazılarının iddialarına göre- tiyatronun daha çok tanınması için bir kapı açmıştı !? Ama bir de, o klişe tabirle ‘buzdağının görünmeyen yüzü’var.

Tiyatro sanatı ülkemizde hep hak ettiği, olması gereken yerin uzağında görülür. Seyirci rakamları belli bir seviyeyi geçmez. Ödenekli tiyatrolar hariç özel tiyatroların çoğu maddi sıkıntılar içinde yüzmektedir vesaire…Yani bir türlü gözde bir sanata dönüşememektedir. Ama bir anda bakıyorsunuz ki bir tvde yayınlanan ve tiyatro olduğunu iddia eden bir program zirveye çıkıyor. İzlenme, takip edilme rekorları kırıyor. Ve türevlerinin de üremesini sağlıyor. Bu noktada bir parantez açıp sonra yine sadede gelmeliyim sanırım :   

Adına tiyatro denen, o anlayışla var edilmiş olan ve o terminoloji içerisinde değerlendirilen çalışmalar bunların bir çoğu. Evet, ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’ vb programlarda yapılan skeçlerin, gösterilerin içinde ‘tiyatro’ vardır. Ama total anlamda bakıldığında onlar ‘tiyatro’ değildir. Tiyatro bu tarz skeçleri kendine konu edinebilir, edinir de. Fakat orada durum tiyatronun kendisinin malzeme oluşu yani olanaklarının kullanılışıdır. Sahnede olmak ve yazılı bir metni icra ediyor olmak bir şeyi tiyatro sanatının sınırlarına sokmaya yeterli midir? Bir çok politikacı sahnededir (her yer sahne olabilir ) ve yazılı bir metni icra ederler. Ya da haber spikerleri…Fark onların tiyatro yaptıkları iddiasında olmamalarıdır. Evet çok iyi canlandırıyor, çok iyi anlatıyor olabilirler; tiyatral olanaklardan yararlanıyorlardır ama sadece o kadar.    

Bu kullanılma durumu genel anlamda bir domino taşı etkisini de beraberinde getiriyor. Bu tarz programların yarattığı imaj, tiyatronun algılanma biçimini de değiştiriyor. Eğlencelik yanı ile kalabalıkları yanına çekme başarısı tiyatronun en önemli silahlarındandır fakat bu durum popüler kültürün elinde oyuncak olma yoluna girince sabun köpüğü bir sanatın icracıları konumuna düşmek çok kolay. Televizyon ekranının büyüsü ile sahnenin etkisinin kıyaslanması, kahkahanın başarı veya yetenek kriteri haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. Duruma halkın anladığı veya anlamadığı işler yönünden bakmak işin özünü çarpıtmak olur. Çünkü mesele popülerizme teslim olmaktan ve yaratıcılığın kime nasıl hitap edeceğini bilemeyenlerin elinde basmakalıplara hizmet etmesinden öteye gidemiyor.

İşte en başa yeniden dönersek; tiyatro bölümlerine hazırlanan pek çok aday da oyunculuğunda veya tiyatroya bakışında bu basmakalıplığın içine hapsolmuş durumda. Televizyonun ulaşabildiği kitlelerin fazlalığı nitelikli tiyatroların çabalarını görünmez kılmaya fazlasıyla yeterli. Hal böyle olunca tvde yansıyanın da doğru olanmış izlenimi yaratması kaçınılmaz oluyor. Bu temel sapma sadece tiyatrocu olmak isteyenlerde yok. Seyirci kitlesi de beklentilerini buna doğru kanalize etmeye başlıyor doğal olarak. Oyunların başarısının kıstası televizyondakinin etkisiyle orantılanıyor. O oranda komik, o oranda eğlencelik, o oranda sempatik ve sabun köpüğü olması bekleniyor.  Örneğin ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’ programındaki gösteri lakaytlığı( yarıda kesme, unutma ve şaklabanlığa vurma, saçmalama serbestisi) normalleşiyor. Bu programın tiyatral bir misyonla orada varolmadığının farkındayım. Fakat lanse edilen tiyatroculuk, tiyatro sanatının yüzyıllarca yıllık kökenine ya da çağdaş sorumluluğuna ne kadar yakışıyor? Renkli camın çarpıtma becerisi bu noktada da eksiksiz sorumluluğunu yerine getiriyor. Özel tiyatroların bir çoğu popüler yüzler sayesinde seyirci bulabiliyor. ‘Popüler’ olan diğer tiyatral değerlerin yerini işgal ediyor.
Bu işgal kuşkusuz ki Türk Tiyatrosu’na da bir çok anlamda etkide bulunuyor. Biz batı değerleri, doğu değerleri, özümüz, tartışaduralım, popülizme teslim olmuş bir sanat buluyoruz karşımızda. Aday tiyatrocular, seyirciler ve hatta eğitim almış tiyatrocular bile bu popülizme teslim olup onun kurallarıyla oyun oynamaya razı oluyorlar. ‘Tiyatro’yu kendi silahıyla vuran popülizme emanet etmiş durumda Türk Tiyatrosu, çok geç olmadan o silahı elinden almalı !

11 Ağustos 2011 Perşembe

Jackson Pollack’ı anmak…


    20.Yüzyıl sanatına yön veren en önemli isimlerden birinin ölüm yıldönümü bugün...Jackson Pollack, 55 yıl önce bugün bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Tiyatro'da 1950 sonrasında başlayan performans eğilimlerinin, Fluxus’un, Happening’in  kökeni Artaud'a, Duchamp'a, John Cage'e olduğu kadar Pollack'a da dayanmaktadır.
Pollack boyaları döker saçar. Steril bir ürün ve sanatçı anlayışı değildir onunki. Tablonun bir parçasıymış gibi dev tuallerinin üzerinde gezinir. Ağzının köşesine sıkıştırdığı sigarasının külü de tablosunun bir köşesine tutunur. Tablolarını boyarken süreci de sanatına dahil eder. Bilinçdışının kapılarını sonuna kadar açar ve sanatında spontaniteye, akılsal olanın, kontrollü olanın dışına doğru yol alır.  Avrupa’da doğup gelişen Avangard akımların Amerika’daki yansısıdır onun sanatı. Öncü bir kovboydur.
Jackson Pollack ile tanışmak için, hayatını anlatan ve Ed Harris’in bu rolü ile Oscar’a aday olduğu ‘Pollack’ isimli film izlenebilir. 

9 Ağustos 2011 Salı

Festival Yaklaşıyor...

Her yıl pek çok yerli ve yabancı tiyatro ekibini ağırlayan ülkemizin önemli festivallerinden biri olan ve bu yıl 16.sı düzenlenecek olan Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali'nin başvuruları başlamış durumda. Festival bu yıl 18-28 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Başvurular için son tarih ise 16 Eylül Cuma günü. Festival Yönetmenliğini bu yıl yine Yener Aksu gerçekleştiriyor.Başvuru koşulları ve daha ayrıntılı bilgi için Taksav'ın resmi sitesini inceleyebilirsiniz : http://www.taksav.org/

Malcolm Keith Kay yeniden İzmir’de..

       Daha önce 1990’ların başında Türkiye’ye gelen ve farklı kurumlarda oyunlar sahneleyen Malcolm Keith Kay yeniden Türkiye’ye geldi.  Avustralyalı Yönetmen bu sezon İzmir Devlet Tiyatrosu'nda Shakespeare'in 'Romeo ve Juliet' oyununu sahneye koyacak. Provaların 15 Ağustos tarihinde başlayacağını kendisi duyurmuş durumda. Aynı zamanda Malcolm Kay'in Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro bölümünde de bir oyun sahnelemesi bekleniyor. 
       Uzun zamandır soluksuz kalmış İzmir sahnelerine yeni bir heyecan ve hareket getirmesi beklenen yönetmen, daha önceki gelişlerinde pek çok önemli oyunu sahneye taşımış ve beğeni toplamıştı. Bu yapımlar arasında İzmir Devlet Tiyatrosu bünyesinde sahneye koyduğu Peter Weiss'in 'Marat/Sade' ve Klaus Mann'ın 'Mefisto' isimli oyunları, İzmit Şehir Tiyatrosu bünyesinde sahnelediği Bertolt Brecht'in 'Üç Kuruşluk Opera' isimli oyunu, Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda sahneye koyduğu Peter Shaffer'in 'Küheylan' oyunu sayılabilir.




      Bir sosyal paylaşım sitesinde kurduğu 'Uluslararası Yeni Oyuncular Akımı' grubunda oyunculukla ilgili fikirlerini ders başlığı altında okuyabilmek ve kendi ağzında duyurularını takip edebilmek mümkün. 


8 Ağustos 2011 Pazartesi

Açılış...

     Bol çeşnili bir tiyatro blogu sanal ortama giriş yapıyor. Günü takip eden , yorumlayan, eleştiren, duyuran , bağıran bir yapıda kendini yenileyerek yol almak başlıca hedefi. Zaman içinde tecrübelendikçe sanal alemin renklerine de daha çok bulanacak.

    Blogun ana ekseni isminden de anlaşılacağı üzre tiyatro. Türk tiyatrosunun gündemi ve incelemeler, oyun eleştirileri, duyuruları, dünya tiyatrosunda yeni yönelimler, oyunlar , çağdaş tiyatronun yeni örnekleri, akımlar/eğilimler ve daha bir çok alanda tiyatronun nabzına elimizi koyduk. Ama başta bol çeşnili dedik bir kere; çağdaş sanat ve gündem her zaman elimizin altında. Şimdi o klişe tabirle -veee perde diye blogu da başlatmak vardı ya neyse. Biz makinemizi kuralım.
 
     Buyrun.Sayım başladı: Andy Warhol'un doğum günü kurulan blogun ilk yazısı da selametle Dustin Hoffman'ın doğum gününe denk gelmiş durumda. İyi ki doğmuşlar deyip makinenin kırmızı kurdelesini kesip açılışını yapıyorum. Tiyatro Makinesi çalışmaya başlamıştır.

6 Ağustos 2011 Cumartesi