21 Eylül 2011 Çarşamba

Bursa Güzel Sanatlar Mezunları Derneği Pantomim Atölyesi!

Bursa'da yepyeni bir oluşum kuruluyor! Bursa Güzel Sanatlar Mezunları Derneği.

Yakında  bu oluşum ile ilgili ayrıntılı bilgiler içeren bir röportajla karşınızda olacağım. 
Ama şimdilik onların ilk etkinliğini duyurmak istiyorum:  Pantomim Atölyesi.  4 ve 6 Ekim’de 15 kişilik bir kontenjanla Eftal Gülbudak tarafından düzenlenecek atölye çalışmasına katılım ücretsiz ama önceliğin Bursa’nın kendi tiyatro mezunlarına ait olduğunu da belirtmek gerek. Kişisel gelişimlerini oluşumun temel unsurları arasına koyan bir ekip var karşımızda onun  için bu öncelik durumu çok da yadırganacak bir tutum değil. Atölyenin daha verimli olmasını sağlamak için katılımcıların sahne sanatlarıyla profesyonel olarak ilgileniyor veya sahne sanatları eğitimi alıyor olması gerekliliği var. Ayrıca katılımda devam zorunluluğunun önemini de belirtiyorlar.
Atölye Nilüfer Belediyesi, Altınşehir Gençlik Merkezi, Dans Salonu’nda 4 Ekim’de 09:00, 6 Ekim’de ise 17:00’da başlayacak. İrtibat Telefonu : K. Burhan ŞAHİN ( 0507 915 54 59 ), Sıdıka Derya Gümral ( 0555 552 74 40)
Kontenjan daralmakta o nedenle katılmak isteyenlerin ellerini çabuk tutmalarında fayda var.

18 Eylül 2011 Pazar

EKİP TİYATROSU’NDAN CEM USLU İLE RÖPORTAJ


Daha 14-15’li yaşlarımda ilk ufak tefek sahne deneyimlerimde omuz omuza olduğum bir adam var şu an karşımda! Tiyatroyu, müziği, edebiyatı bir tutkuyla sevmeye başladığımızda ilk birbirimizle paylaşmıştık ateşli ve acemi fikirlerimizi. Sonra başka şehirlerde tiyatro okuduk. Ama birbirimizi hiç izleme fırsatı bulamadık. Dar zamanlarda yaptığımız görüşmelerde de konuşulacak şeyler hep öylesine birikmiş oluyordu ki her şeyin söylenmesi mümkün olmuyordu.  Şimdi Cem Uslu, İstanbul’da yeni bir grup olan EKİP Tiyatrosu’nda mesleğini sürdürüyor. Ve ben de EKİP’i tanıyıp tanıtmak, İstanbul’un dikenli sanat yollarına düşen bu cesur insanları dinlemek için bu röportajı yapıyorum. Buyurun…   


  • Öncelikle (hep böyle başlanır ya) EKİP Tiyatrosu ne zaman kuruldu? Bu yola çıkış süreci nasıl oldu oradan başlayalım. Ve EKİP kimlerden oluşuyor?

Cem Uslu : EKİP, Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde doğdu. Fakat kuruluş aşamasında da sonrasında da yalnızca bu üniversiteden insanların katılımıyla var olmuş bir grup değil. EKİP’te şu an 16 kişi var. İlk oyunumuz olan Oyun Sonu’nun prömiyerinde bu sayı yalnızca 5’ti. O sırada bu 5 kişiden benim de dâhil olduğum 3’ü, konservatuvarın 3. sınıfında öğrenciydi. Oyun Sonu başlangıçta sadece bir okul projesi olarak çalışılıp sahnelendi fakat süreç içerisinde tahminimizin üzerinde beğeni gördü. Birkaç kez okulda oynadık, bir kez şehir dışına turne gerçekleştirdik, bir kez de İstanbul Büyükşehir Belediyesi 8. Amatör Tiyatro Festivali’nde sahneye çıktık, hatta buradan ödül de aldık. Derken yeni sezon başladı ve bu esnada değerli hocamız Hasan Şahintürk (onun adını anmadan geçmek büyük hayırsızlık olur), oyunu profesyonel platformda oynamamız için bizi teşvik etti. Böylelikle, 30 Aralık 2010 akşamı, Beyoğlu Kumbaracı50 sahnesinde ilk profesyonel deneyimimizi yaşadık. EKİP de böylelikle doğmuş oldu.


  • 30 Aralık 2010’da başlayan bir serüven ve İstanbul’da… İstanbul bir kaynayan kazan malum ve özel tiyatrolar için hem sahne hem seyirci bulmak sıkıntılı bir sürece dönüşebiliyor. Nasıl bir planla hareket edeceksiniz kısa vadede ve uzun vadede? Gelecekten beklentileriniz neler?

C.U. : Şimdilik gelecekten en büyük beklentimiz, günün birinde EKİP’in kendine yeten, beğeni ve saygı gören bir tiyatro olması.

Yakın zamanda İstanbul’da, özellikle de Beyoğlu İstiklal Caddesi civarında pek çok irili ufaklı tiyatro salonu açılmaya başladı. Bunlar genellikle 50–70 koltuk kapasiteli, sınırlı imkânlara sahip salonlar. Fakat büyük yürekler tarafından işletiliyorlar. Burada örnek alınması gereken bir azim ve yardımseverlik söz konusu. Biz de Oyun Sonu’nu böyle mekânlarda oynadık. Açıkçası, başlangıçta uzun vadeli bir planımız yoktu. Amacımız her şeyden önce sahneye bir adım atabilmekti. Şimdi ise daha uzun vadeli planlarımız var. Ekim ayından itibaren yeni oyunumuzu oynamaya başlıyoruz: Václav Havel’in yazmış olduğu Largo Desolato. Bu oyunu da tıpkı Oyun Sonu’nda olduğu gibi öncelikle okulda çalışıp sahneledik. Aslında oyun bizim mezuniyet projemizdi ve prömiyeri 14 Nisan 2011 tarihinde, okulda yapıldı. Bu sezon ise her hafta Taksim’de, Talimhane Tiyatrosu’nda olacağız. Yine 2011 yılı sona ermeden, EKİP çalışmasından yararlanarak şu anda benim yazmakta olduğum yeni oyunumuzun prömiyerini gerçekleştirmek istiyoruz. Bunların dışında da bazı projelerimiz var fakat bunları dillendirmek için galiba henüz erken.

  • Türkiye’de ödeneksiz tiyatro yapmanın zorluklarını doğrudan yaşayan ve sırtını popüler televizyon simalarına dayamadan üretim yapmaya çalışan bir ekipsiniz. Geleceğinizle ilgili kaygılarınız ya da hayalleriniz var mı?

C.U. : Kaygılar bitmez; hayaller de bitmesin zaten. (Gülüyor)

“Sırtımızı popüler televizyon simalarına dayamak” meselesine gelince… Aslında, her ne kadar bu konuda belli bir politikamız olmasa da aramızda televizyonda işler yapan, dizilerde, reklamlarda oynayan arkadaşlarımız var. Bunların içinde ünlü isimler de var hatta. Fakat bu konuda konuşurken daha anlayışlı davranmak gerektiğini düşünüyorum ben. Bugün insanlar tiyatro yapmak istiyor fakat bu alanda hayatlarını kazanamıyorlarsa başka işler yapmaya mecburlar. Burada araştırılması ve eleştirilmesi gereken şey, insanların yapmaktan keyif aldıkları işten hayatlarını kazanamamalarının sebepleri bence. Yoksa tiyatro yapabilmek için ha dizide oynamışsın ha bir mağazada tezgâhtarlık yapmışsın… Hatta dizilerde en azından kendi mesleğini icra ediyorsun yine. Önemli olan, kendine ve öteki insanlara karşı dürüst olmak, neyi neden yaptığını bilmek. Fakat tekrar edeyim: EKİP’in bu konuda belli bir politikası yok; bunlar benim şahsi görüşlerim.


  • Demek istediğim televizyonda iş yapan tiyatro yapmasın ya da tersi gibi bir şey değil! Ama şu dönem özellikle yeni gruplar televizyon simalarını ön plana çıkararak (afişlerde oyunla alakasız fotoğraflarla ünlü simaları ortaya çıkarmak ya da oyuncularını TV projelerindeki yerleriyle anmak gibi) bir tanıtım politikası güdüyorlar. ‘Sırtını popüler televizyon simalarına dayamadan üretim yapma’ ile kastettiğim böyle bir yaklaşımdan uzak durmanızdı. 

C.U. : Oyuncuları TV projelerindeki yerleriyle anmak iyiymiş aslında!... (Gülüyor) Yok tabi şaka bir yana, o kadarını yapıyorsan tiyatro sanatıyla kurduğun ilişkide kafan biraz karışık demektir. EKİP’in meseleye böyle yaklaşması söz konusu olamaz.

  • Hasan Şahintürk’ün adını andın destek ve teşviklerinden dolayı,  EKİP’e başka kimler,  nasıl destek oluyor?

C.U. : EKİP’e en çok EKİP destek oluyor. (Gülüyor) Elbette ilk günden bu yana desteğini gördüğümüz kişi ve kurumlar var. Bunların en başında, yukarıda da adını andığım Hasan Hoca’mız gelir. Sonra, oyunlarımızı oynadığımız sahneler var: Kumbaracı50, Mekan.ARTI, Oyun Atölyesi ve buralardaki tüm çalışanlar… Ayrıca bu sezon Ekim ayından itibaren sahne alacağımız Talimhane Tiyatrosu ve bu tiyatronun kurucusu Mehmet Ergen. Şimdi isim isim saymayı sürdürürsek mutlaka unuttuklarımız olur. Mesela Oyun Sonu’nu oynamaya karar verdiğimizde Genco Erkal’ı arayıp çevirisini kullanmak için izin istemiştik. Bizi kırmamış, çok da iyi karşılamıştı. Bizim gibi yolun başında olan bir grup için böylesi yaklaşımların değeri ölçülemez.

Fakat ‘maddi’ bir destekse kastın, EKİP’in EKİP’ten başka mali kaynağı yok. Hiçbir kişi ya da kurumdan maddi destek görmüyoruz. Fakat bununla övündüğüm sanılmasın. Elbette kendi yağınla kavruluyor olmanın güzelliği tartışılmaz ama şu da açık ki herhangi bir maddi destek görmeksizin yapabilecekleriniz çok sınırlı ve tiyatro gibi hiç de ucuz olmayan bir sanat dalında hayallerinizi gerçekleştirebilmeniz için iyi-kötü bir finansmana sahip olmanız şart.

  • Yeni sezon projelerinizin gösterim tarihleri belli mi? Ve EKİP ‘i daha yakından nasıl takip edebiliriz?  

C.U. : Largo Desolato’nun ilk oyunu 4 Ekim Salı akşamı, 20.30’da, Talimhane Tiyatrosu’nda. Ekim ayı boyunca her Salı oradayız. Sonraki aylarda da –şimdi gününü bilemiyorum ama- yine Talimhane’de oynamayı sürdüreceğiz. En geç Aralık ayı sonunda da az önce sözünü ettiğim 2. oyunumuzun prömiyerini gerçekleştirmeyi tasarlıyoruz. www.ekiptiyatrosu.com adresinden oyun programımız ve EKİP hakkında her türlü bilgiye ulaşılabilir. Ayrıca facebook ve twitter’da da varız, EKİP buralardan da takip edilebilir.

  • Ülkemizde tiyatro bölümlerinin sayısı oldukça artmış durumda. Dolayısıyla bu bölümlerden mezun olan insan sayısı da artıyor. Bu niceliksel artış İstanbul’daki tiyatrolar arasında bir rekabeti ya da niteliksel bir gelişimi etkiliyor mu sence?

C.U. : “İstanbul’daki tiyatrolar” tanımından, “İstanbul’daki özel tiyatrolar”ı, hatta daha çok, 2000’li yıllarda kurulmuş olan ‘yeni’ grupları kastettiğini sanıyorum. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Evet, özellikle son birkaç senedir, okullu ya da alaylı, genç tiyatrocular büyük ödenekli kurumlarda çalışmak yerine, sayısız cefayı göze alarak, gönüllerindeki tiyatroyu yapabilmek amacıyla kendi gruplarını oluşturuyorlar. EKİP de bunlardan biri zaten. Bu gruplar kendi içlerine de kapalı değiller üstelik. Ortak mekânlarda sahneye çıkıyor, buralarda birbirleriyle tanışıp alışverişte bulunuyorlar. Bu da –rekabeti bilemem ama- söz konusu ‘gelişim’ için uygun koşulları yaratıyor bence. Ha ama bu gelişimin niteliği ne derece yüksek, bunu anlamak için henüz erken. Şu anda kafalar biraz karışık. Genç gruplar arıyorlar, deniyorlar, pek çok şeyi ilk kez yapıp, yaparken öğreniyorlar. Şu anki durumun neler getireceğini –ya da belli mi olur, belki de neler götüreceğini- belki 5–10 yıl sonra daha net görebileceğiz. TimeOut İstanbul dergisinin Şubat sayısında, içlerinde EKİP’in de bulunduğu bu yeni gruplarla yapılan bir röportaj derlemesi yayınlanmıştı. İlgilenenlerin okumasını öneririm.


  • Oyuncunuz Simel Aksünger, XI. Direklerarası Seyirci Ödülleri'nde, Oyun Sonu'ndaki performansıyla "Kerem Yılmazer 'Genç Yetenek' Teşvik Ödülü"nü aldı. İlk oyununuzda böyle bir ödülün gelmiş olması sizi başka yönlerden de gelecekle ilgili umutlandırmış olmalı. Ne dersin?

C.U. : Tabi Simel’e sormak lazım ama ödül almak, o sahneye çıkmak güzel bir şey olsa gerek. (Gülüyor) EKİP adınaysa şunu söyleyebilirim: Okulda öğrenciyken bir oyun çıkarıyorsunuz, 3–4 kez oynasak bizim için büyük başarı diyorsunuz… Fakat sonra gün geliyor, bu oyunu profesyonel platformda sahneleme imkânı buluyor, bir de üstüne ödül alıyorsunuz. Bu çok mutluluk ve cesaret veren bir şey. Kaldı ki Direklerarası Ödülleri’ni çok önemli buluyorum ben. Çünkü mesela bu sene Türkiye’de -hatta sadece Türkiye’de değil, Kuzey Kıbrıs’ta da- 120’nin üzerinde jüri üyesi, 300’ün üzerinde oyun seyretmiş. Bu azımsanacak bir rakam değil sanırım. Ayrıca, İstanbul’dan Diyarbakır’a kadar pek çok ilde veriliyor bu ödüller; bu da önemli. Hem bu ödülün Kerem Yılmazer adına verilmesi de çok anlamlı bence.

  • Yeni projelerinizde de böyle başarıların gelmesini dilerim. EKİP, adından da anladığımız kadarıyla birkaç kişinin sürüklediği değil de, bir dayanışmanın ve işbölümünün hâkim olduğu bir oluşum. Ayrıca kendi oyunlarını yazan, söyleyecek sözü, farklı arayışları olan ve senin de söylediğin gibi bu uğraşının içine öğrenme sürecini de eklemeye çalışan insanların bir birlikteliği. Umarım istediğinizce, aradığınızca, gönlünüzce bir serüven olur.

C.U. : Umarım. Teşekkür ederim.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Tiyatro’da perhiz ve lahana turşusu!

Bol ‘ünlemsoruişareti’li bir yazının başındasınız uyarmadı demeyin!

Düşünün ki bir tiyatro ekibindesiniz. Tüm ekip arkadaşlarınızla birlikte tiyatronun değiştirici,dönüştürücü etkisine inanıyorsunuz. Kafa patlatıyor, dertleniyor, ters giden şeylere kızıyorsunuz. Ve dünyanın ne de bozulduğunu, şiddeti, vahşi kapitalizmi aman da emperyal ülkeleri vs. oyunlarınızda dilinize doluyorsunuz. Yeni dünya düzeni kabınıza sığmıyor. Ayrıca yerel ve evrensel çok iyi harmanlıyorsunuz. Çok da etkileyici yapıyorsunuz tüm bunları. ‘Seyirciler gelin! Kaçırmayın!’lar koyuyorsunuz üstüne altına sağına soluna. Buraya kadar her şey olur, oluyor, neden olmasın?!

Yapılan bir çalışmanın izleyici, seyirci, bir muhatap bulmasını istemek ve bunun için çaba göstermekte de garip olan hiçbir şey yok elbette ki. Yoksa kendin pişir kendin ye işlerle uğraşırdık. Ama ‘zafere giden her yol mübahtır’ mı demeliyiz? Birileri gelsin, nasıl çağırıldıklarının önemi yok! mudur ?!?  

‘Oyunumuzda yer alan bilmem ne dizisinin başrolü ve dahası şu dizinin çok sıtarı ve de bu diziden hafızalara kazınan şu isimlerle bu simalar’ tiyatro ekiplerinin vazgeçilmez tanıtım malzemelerinden biri olmaya başladı. Ama bizim kendimizi lanse etme biçimimiz taşıdığımız söylemden, yaptığımız işlerin içeriğinden bağımsız mı konumlanır?  Şöyle bir sihirli değnek mi bulduk yoksa: ‘siz hele benim kullandığım dile, yönteme bakmayın gelin oyuna, ben size bi anlatıcam bu hikayeyi, siz zaten küt! değişeceksiniz ama hele bi gelin önce!’.

Resmi ideolojinin en net empoze edildiği aygıt hakim medya(yazılı ve görsel). Bir takım ne üdüğü belirsiz program, dizi, magazin vesair yapımlarla belli bir algı ve kültür yani çok kullanılır kelimelerle ‘egemen ideoloji’ dayatılmakta. Hal böyle iken bu aygıtın yarattığı imajların bir reklam unsuruna dönüştürülmesi onu beslemez de ne yapar? Ondan faydalanmak için onu anmak ya da yardıma çağırmak bir çirkin propagandadan öte nedir?
Bu noktada tiyatral içeriğin/söylemin altının dolu olması, oyunun kalitesi, başarısı gibi unsurlar daha başından o kadar öteye savruluyor ki! Oyunu izlemeyi düşünmeden bu oyuna alet olmamak geliyor insanın içinden. ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ diyesi geliyor insanın.

Ekipteki insanlar yaptıkları işlerin kaliteleri, kişilikleri, yetenekleri ile anılmak yerine ‘bilmem ne dizisinde bilmem kimdi’, ‘bilmem neden tanınan’ diye belirtilince kendilerini ne olarak görüyorlar acaba?! Paketlenmiş bir satış malzemesi olmak sanırım tercihleri değildir. Ya da emek verip de adları anılmayanlar birer etkisiz elemana mı dönüşüyor ‘çok tanınmışlıkları’yok diye? Bugün tiyatrodan para kazanılmıyor diyerek televizyon işi yapan çok insan var. Bu durum çok ayrı bir mesele. Ama tutup da kendini alternatif işler yapıyor sayan, politik söylemleriyle ön plana çıkmaya çalışan, karşı duruş içinde, mücadele içinde olduğunu söyleyen tiyatro ekipleri, kendilerini yalanlarcasına satır üstünden satır altına bellek yitimine uğrayarak bir söylem çelişkisi yumağı yaratıyorlarsa burada bir durmak gerekir. Bu iş ‘kahrolsun düzen’ ama ‘yaşasın nimetleri’ demek değil de nedir ?

Eğer istekleri her ne yolla gelirse gelsin bol seyirci, kapalı gişe, ün yapmak, iş yapmaksa bu ‘makyevelist’ unsurlar yadırganmaz. Ama bir de ‘yenidünyadüzeni’ne laf etmek amacıyla yola çıkıp onun en asli unsurlarına sırtınızı dayamaya çalışırsanız vay bu uğraşın ardına düşenlerin haline demekten başka bir şey kalmıyor geriye!