10 Eylül 2011 Cumartesi

Tiyatro’da perhiz ve lahana turşusu!

Bol ‘ünlemsoruişareti’li bir yazının başındasınız uyarmadı demeyin!

Düşünün ki bir tiyatro ekibindesiniz. Tüm ekip arkadaşlarınızla birlikte tiyatronun değiştirici,dönüştürücü etkisine inanıyorsunuz. Kafa patlatıyor, dertleniyor, ters giden şeylere kızıyorsunuz. Ve dünyanın ne de bozulduğunu, şiddeti, vahşi kapitalizmi aman da emperyal ülkeleri vs. oyunlarınızda dilinize doluyorsunuz. Yeni dünya düzeni kabınıza sığmıyor. Ayrıca yerel ve evrensel çok iyi harmanlıyorsunuz. Çok da etkileyici yapıyorsunuz tüm bunları. ‘Seyirciler gelin! Kaçırmayın!’lar koyuyorsunuz üstüne altına sağına soluna. Buraya kadar her şey olur, oluyor, neden olmasın?!

Yapılan bir çalışmanın izleyici, seyirci, bir muhatap bulmasını istemek ve bunun için çaba göstermekte de garip olan hiçbir şey yok elbette ki. Yoksa kendin pişir kendin ye işlerle uğraşırdık. Ama ‘zafere giden her yol mübahtır’ mı demeliyiz? Birileri gelsin, nasıl çağırıldıklarının önemi yok! mudur ?!?  

‘Oyunumuzda yer alan bilmem ne dizisinin başrolü ve dahası şu dizinin çok sıtarı ve de bu diziden hafızalara kazınan şu isimlerle bu simalar’ tiyatro ekiplerinin vazgeçilmez tanıtım malzemelerinden biri olmaya başladı. Ama bizim kendimizi lanse etme biçimimiz taşıdığımız söylemden, yaptığımız işlerin içeriğinden bağımsız mı konumlanır?  Şöyle bir sihirli değnek mi bulduk yoksa: ‘siz hele benim kullandığım dile, yönteme bakmayın gelin oyuna, ben size bi anlatıcam bu hikayeyi, siz zaten küt! değişeceksiniz ama hele bi gelin önce!’.

Resmi ideolojinin en net empoze edildiği aygıt hakim medya(yazılı ve görsel). Bir takım ne üdüğü belirsiz program, dizi, magazin vesair yapımlarla belli bir algı ve kültür yani çok kullanılır kelimelerle ‘egemen ideoloji’ dayatılmakta. Hal böyle iken bu aygıtın yarattığı imajların bir reklam unsuruna dönüştürülmesi onu beslemez de ne yapar? Ondan faydalanmak için onu anmak ya da yardıma çağırmak bir çirkin propagandadan öte nedir?
Bu noktada tiyatral içeriğin/söylemin altının dolu olması, oyunun kalitesi, başarısı gibi unsurlar daha başından o kadar öteye savruluyor ki! Oyunu izlemeyi düşünmeden bu oyuna alet olmamak geliyor insanın içinden. ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ diyesi geliyor insanın.

Ekipteki insanlar yaptıkları işlerin kaliteleri, kişilikleri, yetenekleri ile anılmak yerine ‘bilmem ne dizisinde bilmem kimdi’, ‘bilmem neden tanınan’ diye belirtilince kendilerini ne olarak görüyorlar acaba?! Paketlenmiş bir satış malzemesi olmak sanırım tercihleri değildir. Ya da emek verip de adları anılmayanlar birer etkisiz elemana mı dönüşüyor ‘çok tanınmışlıkları’yok diye? Bugün tiyatrodan para kazanılmıyor diyerek televizyon işi yapan çok insan var. Bu durum çok ayrı bir mesele. Ama tutup da kendini alternatif işler yapıyor sayan, politik söylemleriyle ön plana çıkmaya çalışan, karşı duruş içinde, mücadele içinde olduğunu söyleyen tiyatro ekipleri, kendilerini yalanlarcasına satır üstünden satır altına bellek yitimine uğrayarak bir söylem çelişkisi yumağı yaratıyorlarsa burada bir durmak gerekir. Bu iş ‘kahrolsun düzen’ ama ‘yaşasın nimetleri’ demek değil de nedir ?

Eğer istekleri her ne yolla gelirse gelsin bol seyirci, kapalı gişe, ün yapmak, iş yapmaksa bu ‘makyevelist’ unsurlar yadırganmaz. Ama bir de ‘yenidünyadüzeni’ne laf etmek amacıyla yola çıkıp onun en asli unsurlarına sırtınızı dayamaya çalışırsanız vay bu uğraşın ardına düşenlerin haline demekten başka bir şey kalmıyor geriye!

0 yorum:

Yorum Gönder